19. yüzyıl’ın Avrupa’sında yeniden Rönesans’a ve dolayısıyla antik sanata ilgi uyanmaya başlamıştı. Bu ilginin uyanmasındaki en büyük sebeplerden biri Pompeii gibi arkeolojik kazılardan çıkarılan eserlerin gündeme gelmesiydi. Her şey bu sanatta Rönesans üslubunda olduğu gibi kusursuz olmalıydı. Fakat aynı zamanda daha katı ve sert olmalıydı. Yani bu dönemde sanat, topluma ait değil akademiye aitti. Neoklasik akademinin, sanatının en güçlü isimlerinden birisi ise Alexandre Cabanel olarak öne çıkmıştır. Bugünkü yolculuğumuz Alexandre Cabanel’in hayatı, eserleri ve sanat anlayışı üzerine olacak. Sizleri yine sanat tarihinde keyifli bir yolculuğa davet ediyoruz.
Alexandre Cabanel, 1823 yılında Fransa’da dünyaya geldi. 17 yaşında Paris Güzel Sanatlar okulundaki eğitimine başladı. 1844 yılında Paris Salonu’na kabul edilen ressamın hocası, François-Édouard Picot’tu. 1845 yılında, 22 yaşında Prix de Rome’u kazandı. 1863 yılında ise burada profesör olarak çalışmaya başladı ve enstitünün üyesi olmuştu. Her zaman akademinin içinde olan sanatçının bu durumu, eserlerine yansıttığı üsluptan da anlaşılır.
Paris Salonu’nda 1865-67 ve 1878 yıllarında Büyük Onur madalyaları aldı. Birçok öğrenci yetiştirdi ve yetiştirdiği öğrencilerin resimlerinin sergilere seçilmesi aşamasında jüri oldu. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Süleyman Seyyid gibi Türk ressamlar da bulunuyordu. 1863 yılında William-Adolphe Bouguereau ile beraber izlenimcilik akımının temsilcilerinden oldular. Bu dönemde İzlenimcilik akımına öncülük ettikleri yöntem pozitif bir yaklaşıma sahip değildi.
Édouard Manet ve diğer izlenimciler eserlerini büyük Paris Salonu’nda sergilemek istemişlerdi fakat Cabanel bunu kabul etmedi. Dönemin İzlenimcileri reddedilmelerinin üzerine sanattan aldıkları güç ile beraber bir ‘’Reddedilenler Salonu’’nu açtılar. Artık İzlenimcilerin eserlerini gösterebilecekleri alan Reddedilenler Salonu’ydu. Yani Alexandre Cabanel, dolaylı bir yoldan İzlenimcileri, bir anlamda motive etmiş ve negatif bir yöntemle olsa bile İzlenimcilere destek olmuştur. Cabanel, 23 Ocak 1889 yılında, 66 yaşında yaşadığı bir astım kriziyle hayata gözlerini yummuştur.
Klasik sanatlardan eserler veren sanatçı, portre konusunda da uzmandı. Resmine konu ettiği temalar genellikle tarihi, dini ve mitolojikti. III. Napolyon’un da favori ressamı olan Alexandre Cabanel tam anlamıyla bir akademi sanatçısıydı. Hem bulunduğu konum (Paris Salonu’nda resim sergilerinde jüri üyesi olması) hem de sanata olan bakış açısı ve kusursuzluk düşüncesi ile yüksek sanatı adeta temsil ediyordu.
Cabanel tarz olarak yalnızca Neoklasik yani akademik eserler vermekle kalmıyordu. Klasik üsluba oturttuğu tüm resimlerde hemen hemen Romantizm akımının etkileri de bulunuyordu çünkü 19. yüzyıldan geçmişe doğru bakıldığında artık Realizm ve Romantizm de bir klasikti. Böylece Alexandre Cabanel’in resimlerinde harmanlanan üst akademi tarzı ile sanatı izleyen kişiye aktarılan duygu yoğunluğu neredeyse denk bir şekilde görülür ve hissedilir.
Cabanel’in Neoklasik akımı temsil eden pek çok eseri bulunur. Eserlerinde genellikle dini, mitolojik ve tarihi konuları işleyen Alexandre Cabanel’in en ünlü eserleri arasında Venüs’ün Doğuşu, Düşmüş Melek, Phaedra, Echo, The Death of Moses, Napoleon III, A Thinker, a young, Roman Monk, Samson and Delilah ve Pandora gibi pek çok eser yer almaktadır. Ayrıca pek çok salon kadının portresini de yapmıştır.
Eserlerinde kullandığı renk tonları yumuşak olduğu için Alexandre Cabanel’in resimleri izleyiciyi her zaman içine çeker. Neoklasik dönemde kadınların çıplak bir şekilde resmedilmesi kesinlikle yasaktı. Tabi bu kadınların dini, mitolojik vasıfları yoksa. Bir tanrısal vasfı olan kadın imgelerini çıplak bir şekilde resmedebiliyorlardı. Bu yüzden genellikle Pandora, Samson and Delilah ya da Venüs’ün Doğuşu’nda olduğu gibi buradaki kadın figürlerini çıplak betimlenmişti. Fakat portre resimlerinde, örneğin; Catharine Lorillard Wolfe resminde olduğu gibi hayatın içinden kadınları giyinik ve üst zümreye hitap eden, ağır ve vakur bir tarz ile resmetmiştir.
Yukarıdaki görsele tıklayarak ürünümüze ulaşabilirsiniz.
Cabanel’in en ünlü eserlerinden biri Düşmüş Melek tablosudur. Sanatçının Lucifer’ı betimlediği bu eserde duygular öyle yoğundur ki resmi neredeyse şeytan ile empati kuracağımız boyuta getirmiştir. Cennetten Düşen Melek, Cabanel’in Michalangelovari tablosunda vücut bulmuş. Kaslı, kusursuz bir anatomiye sahiptir. Tıpkı Rönesans sanatında insan bedeninin çok kıymetli olması ile gelişen Hümanizm akımında olduğu gibi. Michelangelo resimlerinde kullandığı bireyleri çok kaslı ve sanki dünyadaki tüm canlılardan üstün bir varlık gibi resmediyordu.
Cabanel’in Lucifer tablosunda da bu üslup dikkati çekiyor. Cabanel’in resme konu ettiği tema elbette dini. Tanrı’nın meleklerinden biri olan Lucifer, kendini insanlardan üstün görüp, Tanrı’nın sözlerine uymamıştır. Tanrı da meleği cezalandırıp onu şeytana dönüştürmüştür. Bu bağlamda artık iyi ve kötünün kusursuz uyumu doğmaktadır. Kötü olmasaydı, iyi ne kadar iyi olurdu?
Peki, Alexandre Cabanel’in Lucifer’ı nasıl betimledi? Öncelikle resmin adı Düşmüş Melek. Melek henüz olmaktan çıkmamış fakat yeryüzüne düşmüş. Sağ kanadı sağlam, sol kanadı yamulmuş ve görünmüyor. Kolunu burnuna doğru götürüp burnunu kapatmış. Sanki bir çocuğun ağlarken burnunu koluna sürmesi gibi masum bir görüntü hali. Bu güzel melek artık yaratıcısına karşı öfke, kin ve nefretle dolu; duyguları ise sulu gözlerinden okunuyor. Gözleri adeta yeryüzüne öfke saçmaya hazır. Bu etkileyici tabloyu Tablohane’den satın alarak, dilerseniz kanvas, MDF ve cam tablo modellerinde esere duvarlarınızda hayat verebilirsiniz.
Yukarıdaki görsele tıklayarak ürünümüze ulaşabilirsiniz.
Venüs; sanat tarihinde başka vücutlar, başka bakışlar, bambaşka tarz ile en fazla resmedilen mitolojik figürlerden sadece birisidir. Venüs yani Aphrodite, Antik Yunan mitolojisinin aşk, güzellik ve cinsellik tanrıçasıdır. Olympos’a en son gelen tanrıçanın nasıl doğduğu, ilk heykelinin (Knidos Afroditi) nasıl yapıldığı, kaybolduğu ve nerede olduğu tamamen gizemdir. Fakat bildiğimiz bir gerçek var. Paleolitik dönemden günümüze Afrodit hep vardı. Toplumdan topluma değişkenlik gösteren Afrodit betimlemeleri, Anadolu’da Kibele ve ana tanrıçayı anımsatan bir üslupta yapılmasına karşın, Batı sanatında genellikle cinsellik ve ‘’güzel kadın’’ ile ilişkilendirilen anti-feminist bir tarzda betimlenmiştir.
Alexandre Cabanel ise Venüs’ü Yunan mitolojisine dayandırdığı bir betimleme ile tasvir etmiştir. Mitolojide bir hikayeye göre, Afrodit Kronos ve Uranus’ün gökyüzündeki kavgasından dünyaya gelmiştir. Kronos’un burada erkeklik organı kesilir. Kan ve spermler deniz akar. Denizin köpüklerinden ise Eros’lar (Cupid’ler) ile birlikte Afrodit doğar. Cabanel, Venüs’ün Doğuşu’nda bu kısa anı esas alarak resmi duygusal bir tarzda aktarmış. Yine soft renkleri kullanan sanatçı, Venüs’ü kusursuz bir güzellikle resmetmiştir.
Hafif baygın görünen Venüs’ün üzerinde aşk Eros’ları uçuşur ve tanrıçalarını izlerler. Bedeni ise M.Ö. 4. yüzyılda heykeltıraş Praksiteles’in yaptığı kusursuz güzelliği ifade eden Knidos Afroditi ile neredeyse aynıdır. Mantık açısından Neoklasik sanat, klasiğe öykünme olduğu için M.Ö. 4. yüzyılın felsefe ve sanattaki güzellik algısını temsil eder. Sanat tarihinde, yani Batı resim sanatında Afrodit/Venüs betimlemeleri ise Cabanel’de olduğu gibi kadın bedeninde klasikleştirilmiş güzellik algısının dışına çıkılmamış. Neoklasik üsluptaki bu eseri satın almak için bu eşsiz eseri Tablohane’den satın alabilirsiniz. Böylece Alexandre Cabanel kanvas tabloları olarak yaşam alanınıza Neoklasik bir boyut katabilirsiniz.
Önceki yazımıza https://www.tablohane.com/blog/puantilizm-noktacilik-sanat-akimi-nedir-1243 linkinden ulaşabilirsiniz.
Alexandre Cabanel